Evet ben kötü bir babayım ama bu sadece bu günlük oldu. Nasıl iyi bir baba olunur çok iyi bilmiyorum. Bunun bir kitabı bir kalıbı olduğunu da düşünmüyorum. Sadece içimden geldiği gibi davranıyorum. Tabi böyle olunca kötü zamanlarımda kötü baba olmam haklı bir neden. Bu blog’a başlarken aslında amacım Selin’în yaşadıklarını yazmaktı. Bu sadece sanal bir zaman tüneli yararmış olacak, çocukluğuna geri dönüp yaşadıklarını tekrar görecekti. Ama bazen bu amacından şaşıp, bazen benim duygularım, ona karşı içimde hissediğim şeyler haline dönüşüyor. Oluşturduğum zaman tüneli bazen yolunu çevirip kendi çocukluğu yerine benim iç dünyama açılan bir kapı oluyor gibi. Umarım beni bir gün anlarsın kızım. Çünkü bunları bana yazdıran senin sevginden başka birşey değil
Aslında çok istemiyorum ama bugünü anlatmam da gerekiyor. Akşam olup günün sonu geldiğinde içimde kalan tek duygu pişmanlıktı. Aşama kadar herşey iyi geçmişti. Bugün kuzeni Elif’in doğum günü kutlaması vardı. Önce Çekmeköyde bir mağazaya girip 2 parça güzel bir kıyafet aldık. Hatta aldığımız kıyafeti Selin bizzat kendisi taşıdı. Mağazadaki satıcı kızla konuşup aldığı hediyeleri Elif’e götüreceğini söyleyip durdu. Hatta gösterdiğimiz her kıyafeti, “Bunu Elif’e alalım anne” oldu. Gidene kadar yolda bol bol konuştu. Sorduğu sorunun cevabından başka bir soru üretiyor ve sonsuz bir döngüye sokuyordu durumu. Eve vardığımızda kalabalık bir ortam vardı. Bir çok arkadaşları ve onların küçük çocukları vardı. Selin güzel vakit geçirdi, taki Gündüz Dayısı ayağına basana kadar. Ciyak ciyak ağlamaya başladı. Ondan sonrada kucağımızdan pek inmedi. Pastanın üzerine konulmuş mumları sonra tekrar yakıp Selin’e üflettirdik. Selin sıkılmadan güzel vakit geçirdi.
Vedalaşıp yola koyulduk. Ciddi bir trafik bizi bekliyormuş meğer. Çağlayandan – Köprü girişine kadar olan bölümü neredeyse 1-1,5 saat gibi bir sürede aldık. Selin yine arkada konuşup duruyordu. Eve değil gezmeye gitmek istiyordu. Trafik bizi çok fena halde bunaltmıştı. Muhtemelen Selin de bunaldı. Yerinde duramıyordu. Koltuğundan kalkıyor, sonra tekrar oturuyor, mızmızlık yapıyor. Tahammül sınırlarını zorlamya başlıyordu. Bir an radyoda Emre Altuğ şarkısı çaldı. Bittiğinde tekrar çalmamızı istedi. CD değildi ki bu çalalım. Yanımızda tablet pc de yoktu. Onun radyo olduğunu tekrar çalamayacağımızı anlattık ama o ağlamaya başladı. Ağlayınca arka koltukta anlamsız bir savaşa giriştiler. Bir süre sonra da bu savaşa ben de katılmak durumunda kaldım. Ağladığı için bağazını tahriş ediyor, öksürük tutuyor hatta sesi de kısılıyordu. Kızdım hatta bacağına da vurdum. Bunun onu susturacağını düşündüm belki de. Saatler süren yolculuk, sıkışık trafik sanki beynimin içinde de bir sıkıştırmaya neden olmuş olmalı ki bu yaptıklarımı yapmışım. Pişmalığım da bu yüzdendir. Benim bağırmam onu daha da çok ağlattı. Hıçkırıklı ağlama hemde. Sonra terleyip sırılsıklam oldu. Trafik açılıp devam edince aracın içinde sessislik oldu. Kimse konuşmuyor, Selin ağlamaktan yorgun, derin derin aldığı nefes kulaklarımda. Markete alışveriş yapmaya gitmek yerine eve gitmeyi tercih ettik. Eve geldiğinde Selin sorular sormaya başladı. “Baba ben neden ağladım, bana neden küstün, beni neden dövdün” Can alıcı, yaralayıcı sözlerdi. Dövmek değildi benimkisi, ama o öyle ağlılamış.Onun küçük dünyasında dövmekti bu hareketin adı…
Banyo zamanı geldi. Pembe bornozunda mutlu bir prenses edasıyla çıktı banyodan. Ben de uzun zamandır yapmadığım masajı yaptım. Önce kuruladım sonra bebe yağı ile iyice masaj yaptım. Artık barışmıştık. Saçlarını benim kurutmamı istedi. Güzelce kurutup bağladım. Sonra TV izlerken sessizce ayaklarımın yanına sokuldu. Bana baktı, birşey demeden öylece yüzüme. parmaklarımla saçlarını okşadıp kulağının arkasına attım kaküllerini. O an söylediği tek cümle beni yerimde ağlatmaya yetti “Baba sen beni seviyorsun!”
Uyurken de onu yalnız bırakmadım. Aramıza alıp beraber uyuttuk. Salonda bir sessizlik vardı. Her yer onun oyuncakları, kitapları ve kalemleri ile doluydu. Onsuzluk çok sıkıcı…