1 Mayıs işçi bayramı bu yıl Salı gününe denk geldi. Pazartesiyi de izin alarak 4 günlük bir tatile başladık. Cumartesi akşamından nereye gideceğimiz konusunda planlar yaptık. Önce Safranbolu düşündük ama mesafe çok uzun geldi. Onun yerine Edirne’ye gitmeye karar verdik. 2,5 saatlik bir yolculuk bizi bekliyordu. Pazar günü hazırlıklar yaparak öğleden sonra çıkabildik. Selin yolun büyük bir kısmında uyudu. Hiç mola vermeden Edirneye ulaştık. Booking.com üzerinden otellere baktık. En çok tavsiye edilen Park Oteli bulup odamıza yerleştik. 2 yıldızlı bir otel ama çok memnun kaldığımız söylenemez. Çift kişilik bir yatak vardı ama çok küçüktü.
Otel işini hallettikten sonra çevreyi gezmeye başladık. Önce Selimiye Cami’ye gittik. Gerçekten de çok ihtişamlı bir görünüşü vardı. Geniş çimlele kaplı bir avlusu var. Dışarda bir sürü çingene ayakkabıları koymak için poşet satıyor. Bizde çocuk arabası olduğu için zaten hep beraber girmezdik. Önce ben girip bir kaç fotograf çektim. Sonra da Selin ve Hilmiye girdi. Selin içerden çok korktu. Çıkalım çıkalım diye tutturdu. İçerisinin pis koktuğunu söylüyordu. İçerisi halı ve rutubet kokuyordu sanki. Bir de kadınlar başörtülü olduğu ve annesinin de başını kapattığı için tedirgin oldu. Baş örtülü kadınlara pis kadın diyor. Aynur yengenin misası bu. Bir gün komiklik olsun diye camdan dışarı baktılar, gördükleri baş örtülü bir kadına, bak bu pis kadın dedi, öyle de kaldı. Annesine “Sen pis kadın olma anne” diyordu.
Ardından Arasta çarşısını gezdik. Arasta; kelime olarak aynı meslek grubunan kişilerin yanyana çalıştığı çarşı anlamına geliyor. Tabi çarşı içindeki dükkanlar zamanla değişmiş. Daha çok dini ürünler ve bol bol da renkli, meyve şeklindeki kokulu sabunlardan satılıyor. Selin önce küçük bir sabun sepeti aldı. Ardından Calio kitabı istedi. Sonrada ona bir şapka aldık, zira güneş çok etkiliydi. Karnımızın acıktığını farkettik. Bizim ciğerci adında bir mekana oturduk. Edirnenin ünlü ciğerlerinden yedik ama ben Kırkpınar’ın yaptığı ciğeri daha çok beğendim. Çarşıda da biraz gezdik. Hilmiye biraz alışveriş yaptı. Çarşısı çok güzeldi. Yüksek katlı hiç bina yok, daha çok eski ahşap evlerin bulunduğu güzel bir çarşı. Dondurmacı Mado’nun kocaman bir yeri var. Orada bir süre oturduk. Selin etraftaki turislere yeni aldığı cüzanı gösterdi, dondurmasını gösterip yedi, şaklabanlık yapıp durdu. Çok eğlendiği halinden belliydi. Hava karardığından ortam bir anda değişti. Rengarenk ışıkların olduğu bir yer haline geldi.
Otelimize geri dönüp banyo yaptık. Sonra tekrar dışarı çıktık. Gece 22:30 kadar dışarda vakit geçirdik. tekrar otele dönüp uyumaya hazırlandık. Zar zor da olsa daracık yatağa üçümüz sığdık. Gece boğazımı yakan bir koku vardı. Uyanıp baktım bir yanık kokusu. Otelin yandığını düşündüm önce. Baktım öyle birşey de yok. Pencereyi açtım bu defada dışarda serseriler arabest müzik dinleyip vır vır konuşuyorlar. Resepsiyonu aradım. Elemanlardan birisi ekmek yakmış, koku oradan geliyormuş. Peki dışardaki serseriler dedim, onlar ne olacak. Çözüm yerine onların allah belasını versin demez mi. Kapının altına havlu koydum ki koku daha fazla gelmesin. Pencereyi de iyice açtım. Gürültüye rağmen biraz uyudum, ardından serseriler sabaha karşı gitmek için motosiklerini çalıştırdılar. Onun gürültüsü ile tekrar uyandım. Otele 140 TL para verdik ama bunu hiç haketmediler. Sabah uyanıp duş aldık ve kahvaltıya indik. Kahvaltı çok kötü göründü gözümüze. İğrenç de bir çay yapmışlar. Yapamadık doğru dışarı çıktık. Madoda çok harika bir kahvaltı yaptık. Selin karşımızda bulunan Turkcell ve TTNET ofislerine gitti sırayla. Allahtan Selin uykusunu almış ve dinç bir şekilde kalkmıştı. Gece yapmadan önce eve gidelim diye tutturmuştu ama masal anlatarak oyalamıştık.
Kahvaltının ardından Meriç ve Tunca köprülerine gittik. Meriç nehrinin kenarında çok güzel mekanlar vardı. Biraz fotograf çektik. Ardından Sarayiçi mevkiinde bulunan Kırkpınar’a gittik. 4. Mehmet’in yaptırdığı bir Av Köşkünü gördük. Yeşillikler içerisinde biz çay içerken Selin de kendine bir arkadaş buldu. Ardından Balkan şehitliği ve Sağlık müzesini gezdik. Sağlık müzesinde herşey balmumu heykellerle sergilenmiş, çok güzel ve ürkütücü bir müze haline getirilmiş.
Gezimiz bittikten sonra da yola çıktık ve 2 saat sonra evimize döndük. Çok güzel ve keyifli bir gezi oldu.