6 Kasım Pazar günü Kurban Bayramının ilk günüydü. Bu bayramı ailecek bir tatil yaparak geçirmek istedik. Ama Kurban da kesmek istiyorduk. Geçen yıl Selin’in rahatsızlığı yüzünden bu işlerle ilgilenememiştik. Arife günü Abbas dayısına gittik. Kurbanımızını kesmesi için ona vekalet verdik. Onlar da Erikliye tatile gidiyorlardı. ilk gün orada bir kurban alıp kesmişler, pay edip dağıtmışlar. Bu yıl kurbanlıklar hayli pahalı. Bizimki yaklaşık 600TL civarında tuttu. Biz de Pazar sabahı sabah erkenden 5 gibi kalktık. Selin zaten uyanmıştı. Giyinip hemen çıktık. Yol üzerinden Tuzlada mezarlığa uğrayıp Hilmiyenin babası ile bayramlaştık. Ardından Feribotla Yalovaya geçtik. Feribotta hepimiz kahvaltı da yaptık. Toplamda 5 saat süren yolculuk sonunda Afyon Oruçoğlu Termal Oteline vardık. Odamızı pek beğenmedik. Şikayet edince daha güzel bir oda verdiler. Selin ilk başta yabancıladı. Yolda giderken tatile gittimizimi söyledik. Otele varınca da mızmızlanıp durdu. Tatile gidelim diye tutturdu. Öğlen Yemeğimizi yiyip hemen havuza gittik. Havuzun olduğu yerde kolluklar vardı. Selin’in kollarına birer tane taktık. Hiç itiraz etmedi. Bir süre sonra baktık ki kendi başına yüzüyor. Ayaklarını suyun yüzeyine kaldırıyor. Havuzun içinde yürüyüp duruyor. Onun da çok hoşuna gitti. Havuzlar bir kaç bölmeden oluşuyor. Hepsinin ısı değerleri farklı. En sıcaktan en soğuk olanına kadar çeşit var. Selin bir süre sonra -Baba, burası neresi? dedi, soruya soru ile cevap verdim – Neresi kızım?, – Burası tatil baba!.
Sonra odamızda dinlendik. Öğleden sonra 5 çayları vardı. Selin kurabiyeleri çok sevdi. Otelde gezinirken bizden önce onun dikkatini çekti. Bir çocuk odası vardı. Palyaço kıyafetli kızlar da çocuklarla ilgileniyordu. Hemen oraya gitmek istedi. Bir süre orada oynadı. Resimler yaptı, balonlarla ve diğer ouncaklarla oynadı. Onu oradan çıkarmak çok zor oldu. ikimizin beklemesine gerek yoktu. Hilmiye odaya çıktı ben Selinle kaldım. Baktım durum uzun sürecek. Selin gelmek istemiyordu. Kızlara telefon numaramızı ve odamızı söyledim ve ben de yukarı çıktım. Hilmiye yanımda Selin olmadan geldiğimi görünce panikledi önce. ilk defa yalnız başına bırakıyorduk. Bir süre sonra o da alıştı. Aradan biraz zaman geçince kapı çalındı, Selin odaya gitmek istemiş. Çok mutlu bir şekilde odaya geri dönmüştü. Artık o oda Selin’in sık uğradığı bir yer olmuştu, adını da resim odası koydu. Hatta kızlara da resim ablalar dedi. Bir kaçının ismini bile öğrenmişti. Selin için çok iyi oldu. Burada çenesi iyiden iyiye açıldı. Yeni tanıdığı herkesle arkadaş oluyor, onlara -Senin adın ne? diye soruyordu. ilk gece bizim için çok zor geçti. Çünkü Selin öğlen uyumadığı gibi gece de uyumak istemiyordu. Çok yorgun ve uykusuz olduğu gözlerinden anlaşılıyordu. Hilmiye ile 1 saat kadar yatak kavgası yaptılar. Ben de kızmak zorunda kaldım. En kötüsü de eline vurayım derken yüzüne gelmesi beni de çok gerdi, moralim bozuldu. Belki kızarsam Hilmiyeye sığınır ve uyur dedim ama pişman oldum. Sürekli ağlıyor, hiç susmuyordu. Sonunda dayanamayıp kucakladım ve bebek arabasına yatırdım. Bulunduğumuz katın koridorlarında defalarca gezdirdim. Önce sürekli sorular sordu. – Baba bana neden kızdın?, anne bana neden kızdı?
Artık uyuması gerektiğini anlatıp durdum. Sorular sorular süreki sorular soruyordu. En sonunda dayanamayıp uyudu. Biraz kucağıma alıp iyice dalmasını bekledim ve sonra yatağa yatırdım. Yaiadığımız gergin ortam beni çok üzmüştü. Sonraki günler de iyice rutine bindi. Kahvaltı, havuz, akşam yemeği, Selin’i çocuk odasına bırakma şeklinde devam etti. Öğlen uykusu içinde başka bir çare bulduk. Arabaya atlayıp çevreyi gezdik. O sırada Selin arabada uyudu. Panoramik turlar yaptık. Ardından 4 gibi otele döndük. Akşam yemekleri verilen odanın girişince efe kıyafetleri içinde cansız manken vardı. Adam yüzünü metalik gri bir renge boyamış. Selin onu çok sevdi. Ona uyuyan abi adını taktı. Adam da artık Selin’in tahriklerine dayanamayıp hareket ediyor, Selininle konuşuyordu. Yüzüne sürdüğü şey gözlerini yakıyor olmalı ki adam gözlerini sürekli kapalı tutuyordu. Bir ara restorana girerken adamın hareket edip gittiğini gördüm. Hilmiyeye anlattım: -Adam yorulmuş herhalde, gidiyordu, adamın gözleri kıpkırmızı olmuş. Tabi Selin bu söylediklerimi duymuş ve hemen hikayeyi yazmıştı. Selin’in anlatımı ile: – Uyuyan abi ayakta çok durmuş, yorulmuş, sonra gözleri kırmızı olmuş, asansüre binmiş ve odasına gitmiş, uyumuş…. Abarmıyorum aynen bu şekilde uzunca bir cümle kuruyor.
Kafası estiğinde de Lobi’nin olduğu katta dolanıyordu gönlünce. Bira ara berbere girdi ve sordu. – Abi sen ne yapıyorsun? – Traş yapıyorum. – Baba abi traş yapıyormuş. Adam gülmekten elindeki ustura ile müşterisine zarar verecekti neredeyse. Bazen de kuaföre girip çıkıyordu. Yanıma gelip saçlarını yaptırdığını söylüyordu. Akşam yine kuaföre yöneldi, baktı kapıları kapalı, eliyle kapıyı çalıyor, aynı zamanda Tak Tak diyor. – Tak tak, ben gedim, açın kapıyı!…
Çocuk odasındaki bakıcılar bir türlü Selin’i bir oyuna dahil edemediler. Diğer çocuklar Tavşan kaç Tazı tut oynarken onlara katıldı. Elindeki mendili birinin arkasına bıraktıkran sonra kaçması gerekirken, o oyundan çıkıyordu. Zorla yaptırılan hiçbir şeyi kabul etmiyor. Tam tersini yapma eğiliminde. Kimse ona zorla söz geçiremez, biz dahil. O yüzden kibarca, rica ederek, dolaylı yöntemler kullarak yaptırabiliyoruz.
Bayramın 3ncü günü yani bizim son gecemizde Gala gecesi vardı. Gala gecesinde de konuk Bengü’ydü. Selin aşkım şarkısından tanıyor. Tabi Bengü yerine Bangu diyebiliyor. Saat 10 gibi sahneye çıktı. Hilmiye kucağında sahneye yaklaştı. Selinle gözgöze gelip gülüştüler. Oturduğumuz masa hoparlörlerin dibinde olduğu için konserden erken ayrıldık. Ertesi sabah da hazırlanıp otelden ayrıldık. Tadına doyamadığımız sucuklardan ve kaymaklardan da yanımıza alıp yola çıktı.
Daha arabaya biner binmez Selin uykuya daldı. Bizimle çene yarıştırmak için enerji topluyormuş meğerse. Dönüş yolunu Yalova yerine Adapazarı üzerinden yaptık. Selin 2 saat sonrasında uyandı. Gelene kadar çenesi hiç durmadı. Süreki sorular soruyor, bazen kızıyor, bazen aklına gelen şeyi 10 defa tekrarlıyor. Adapazarı Hilmiyenin bittiği yer oldu. Üstüne İzmit civarında trafiğe de yakalandık. Moraller arka koltukta sıfır. Hilmye beni kurtar diye yalvarıyor, Selin ona nispet – Baba nolur beni al, diyordu. Mecburen süreyi kısaltmak için 160km hızlara bile çıkarak bastım. Siteye girerken Selin başladı ağlamaya, eve gitmek istemiyordu. – Nok nok (yok) olmaz, eve gitmeyelim, tatile gidelim… – Kızım yapma hadi, bak tatilen geldik… – Nok nok…. Neyse ki eve gelince sakinleşti. Banyomuzu yapıp uyuduk. Allahtan Selin ona itiraz etmedi.
Bugün sabah Hilmiye işe gitti. Ben gitmedim, tatilim devam ediyor. Akşam da anneannesine gittik. Orada Ece de vardı, onunda iyice oynadılar. Kurbanlık için ayrılmış etimizi alıp eve döndük. Öğlen ben evde olduğum için Selin uyumak istememişti. Mecburen evden çıkıp havuza gittik. Döndüğümde hala uyuyordu. Ben evden çıkarken çok ağlamış, peşimden gelmek istemiş. – Baba nolur gitme, gel… Nolur, zaten gibi kelimeleri de yeni öğrendi. Bazen odasından kıyafet seçiyor, rüküş olduğu için değiştirmek istiyoruz. – Kızım gel bu çorabı giydireyim – Nok nok ben zaten çorap giydim!
Bu arada evde TV de bozuldu.LCD TV’miz Selin’in kahrını çok çekti. Ondan çok dayaklar yedi. Bazen pastel boyaları ile üzerine resimler yaptı. Oyuncağı ile çok vurdu. Emektar dayanamayıp kendini kapattı. Selin de bozulduğunu kavramış hemen. Arada bir – Baba ışığı yanmıyor, televizyon bozuldu! diyordu.
Bu tatil hepimize çok iyi geldi. Hem yorulduk, hem dinlendik diyebilirim. Ama yine de kızımın bu hallerini çok seviyorum. Sus pus, iletişimi zayıf, çok konuşmayan bir çocuk olmasından çok çok daha iyi. Ben seviyorum onun fırlama hallerini.